2 Ağustos 2015 Pazar

Çeribaşı Akmaca: Rüstem Ağa 2

Şair ve yazar Çeribaşı Akmaca "Rüstem Ağa" başlıklı öyküsünün ikinci bölümünde, yoksulluğun çaresizleştirdiği insanların  nasıl çetelerin eline düştüğünü, dağılan aileleri, kenar mahallelerde hayata tutunma mücadelesi veren garibanların dramını anlatıyor:

Aradan yıllar geçer. Rüstem ağa hala balık yakalamaktadır. Büyük oğlu askerlik çağına gelmiştir. Fakat gezdiği insanlar her türlü yola bulaşmış kişilerdir. Küçük oğlu on altı yaşındadır. Okula gidiyor, “Avukat olacağım” diye heves ediyordur. Gezdiği arkadaşları iyi insanlardır. 

Tabancı İbo ölmüş, onun oğlu Kani ve kızı Aliye evlenmiş, öbür oğlu mahalleden ayrılmıştır. Rüstem iyice çökmüş kimseyle işi gücü olmamıştır. Herkese selam verir, kahvede biraz sohbet edip işine gider gelir. Bu arada hanımı hastalanmış, bir ay içinde ölmüştür. Yıllar geçmiş, Rüstem bir tezgâh yeri bile alamamış, onun bunun yanında balık satarak ekmeğini kazanmıştır. 

O vakitler uyuşturucu trafiği mahalleyi sarmış, bazı gruplar birbirleriyle çatışmaya başlamıştır. Elinde bastonuyla zor yürüyen Rüstem Ağa bir gün Karayılan denilen adamın oğlu Hayri ile kavga takıştıklarını görür. O akşam oğluna, “Gidelim buradan, artık gücüm de yok” der. Oğlu inatçıdır, “Kimseden korkum yok”.  Borçla aldığı silahı babasına gösterir. Rüstem ağa “Yok” der, “Böyle olmaz, eski insanlar yok. Gençler büyüyor. Saygı da kalmamış, yanlarından geçerken ‘baba’ derlerdi, ‘dayı’ derlerdi. Şimdi ‘Moruk ileri git, gölge etme’ diyorlar. Mahalle karışmış, kim kimdir bilmiyorsun” diye oğluna karşı ne çıkar. Ne var ki söyledikleri kar etmez, Hayri'nin bir kulağından girer, öbür kulağından çıkar. 

Yıllardır balık tezgâhı açamamak Rüstem’in içine dert olmuştur. Oğullarına küçük de olsa bir dükkan bırakmadan mı ölecektir? Böyle düşüne düşüne her gün işe giderken üzülür, bazen gözlerinden yaşlar akar. Her gece yatarken “Allah'ım ne olur bir dükkan açayım” diye dua eder. Sonra umudu kırılır, “Ne edeyim, kaderim bu, el kapısında ölmek; hem de çalışarak ölmek” diye kendi kendine ağlaşır. Oysa ki o balığın tüm özelliklerini tanır, onları başkaları adına satar, eline kalan ise üç beş kuruş olur. 

Rüstem “Ah” der “O sel olmasaydı, hiç ayrılmasaydık… Salim’le karısı, çocukları ne oldu? Öldü mü kaldı mı haberim bile yok? Hele o komutan ne mert adamdı, var mı öyle bir tanıdığın, tezgâhta açarsın fabrikada” diye kendi kendine konuşup dururdu. Mahallede ona “Bunamış, yaşlı moruk” derlerdi. Kimseye ilişmez, sabah erkenden balık tezgâhına koşar, gelen balıkları cins cins ayırır, yanlarına limon koyar satışa hazırlardı. Tezgâh sahibi bir de ızgara koymuş, yağda balık pişirir, işin tüm inceliklerini bildiği için tezgâhın önü sıra müşteri dolardı.

Ufak oğlu neyse ki okuyordu, avukat olmasına az kalmıştı. Ama büyük oğlu Hayri, serseri olmuştu. Her gece içkili gelir, küfreder babasından zorla para alır, uyuşturucu içerdi. Rüstem oğluna söz geçiremiyor, çocuk her gece eve bir sürü tanımadığı insanları getiriyordu. Avukat olan oğluysa kimliğini saklıyor, soran arkadaşlarına Urfalı olduğunu söylüyordu. Abisi ara sıra ona para veriyor, o da üstünü başını yenileyip Çingeneliğini gizliyordu.

Rüstem’in büyük oğlu uyuşturucu satmaya başlayınca elinde bir sürü parayla eve gelir olmuştu. Yine bir gün böyle eve geldiğinde, “Bak moruk para böyle kazanılır” dedi babasına. Rüstem üzüldü “Oğlum bu işten hayır gelmez, bir atasözü var, Allah helalinden versin derler”. Hayri sinirlenmişti, “Bu helal sayılmaz mı? Polisten kaç, insanlardan korun, gövdeni yem et, bu haram mı sayılıyor?” deyip babasına bir yumruk attı. Rüstem güçsüzdü, yere yığıldı, ağzından kan geliyordu. “Al ulan sana para” deyip babasının üstüne bir tomar para attı Hayri. “Bu bana yaptığın babalık hakkı için, seni de görmek istemiyorum artık. Helal paraymış, helal diye diye bizi süründürdün, bak arkadaşlarıma hepsi altına lüks arabalar çekti. Ya ben?”.

Rüstem ağa yerden kalkar. Kapının arkasında duran bastonunu alır. “Tamam oğlum gidiyorum, yüce Allah seni ıslah etsin”. Kapıdan çıkıp, ağır ağır ilerler, elindeki bezle ağzındaki kanı siler gözleri dolmuştur. “Ah ananız sağ olsaydı da, sizleri büle görseydi. Babasına yumruk atan oğlunu görseydi”. Hayri “Hadi mızmızlanma, defol git”. 

Küçük oğlu okuldan gelip evde babasını görmeyince, “Babam nerde gelmedi mi?” diye sordu. Hayri “Gelmez artık, bıktım onun bunak bunak laflarından. Çıkıp gitti”. “Ne yani babamı kovdun mu?” “Kovdum var mı diyeceğin? Seni de istemiyorum. Avukat olacakmış, Çingeneden avukat mı olur? Bırak okumayı, beraber çalışalım. Bak para nasıl gelecek. Hem de tomarla”. Yaşar abisi Hayri’ye bakar. “Yok” der “Ben de gidiyorum, ben avukat olacağım, bundan sonra Çingene olduğumu bütün arkadaşlarıma anlatacağım”.  Hayri “Hadi söyle de bak nasıl yalnız kalırsın”. “Yok, ben değil sen yalnız kalacaksın, hem de yapayalnız”. O anda kapı açılır, “Hadi Hayri işimiz var” der arkadaşları. “Ne oldu, kavga mı ediyorsunuz?”. “Yok sadece tartıştık, senin bunak yok mu?”. Yaşar bunak lafına içerler “Babam için böyle konuşma”. “A bak, Hayri kardeşin dayı olmuş bize dikleniyor”. Yaşar bir köşeye çekilmiş beklemektedir. “Dua et” der Hayri’nin arkadaşı, “Abin olmasa kırmıştım bir yerini. Ulan bize bu yerin sahibi derler, kaç kişiyiz biliyor musun? Buradan okula bile gidemezsin, ayağını denk al”. Hayri “Hadi bırakın lafı da gidelim müşteri bekliyor”. Beline balıkçı bıçağını koyar, “Hadi” der kardeşine, “Sen de çık git, ne olacaksan ol ya da babamızı bul, onla kal, ama beni bir daha aramayın”. Kapıyı çarpıp çıkar gider. Yaşar evde yattığı yorganı sırtına alır, bir torbaya da eski eşyasını koyar, yola çıkar. Oranın gençleri “Ne o Yaşar sende mi gidiyorsun?” diye sorarlar. “Yok” diye yalan söyler. Okul bitiyor ya orada kalacağım. Herkesle tokalaşıp babasının tezgâhına gelir. “Müslüm dayı, babam yok mu?”. “Yok Yaşar, bu gün gelmedi, merak ettim hasta mı diye?”. “Yok işe diye çıkmış kim bilir hangi kahvededir”. Anlar ki babası işi de bırakmıştır. Belki de başka bir evdedir. Akşama gider bakarım diye düşünür. “Tamam Müslüm dayı, görürsem selamını iletirim”. 

Aradan biraz zaman geçer. Hayri sokakta herkese uyuşturucu satmaya başlamıştır. Bazen polis gelir, ara sokaklara kaçar izini kaybettirir. Oranın uyuşturucu satıcısı olan Karayılan adlı kişiyle takıştığı da olur.  Karayılan yanında dolaştırdığı insanlarla Hayri’nin yolunu çevirir, küfürler eder sonra da arkasında  bakmadan arabasına biner giderdi. Hayri kendine yediremez bazen dövüştüğü bile olurdu. Yaşar ise mahalleden ayrıldıktan sonra Çingene olduğunu söylemeyi kendine yine yediremedi. Giyimi, takımı, ayağındaki yeni iskarpinler onu kodaman yapmıştı. Utanır, “Nasıl olsa son günler niye düşman edineyim” deyip susar. 

Gün gelir Yaşar avukat çıkar, sevincini Çingenelerle değil okul arkadaşlarıyla kutlar. Sevinçten o gece uykusu kaçar, “Hadi gidelim Beyoğlu’na eğlenelim” deyip yanına iki kız iki erkek alır. Eğlenmeye gider, Balık Pazarı’nda gezerken sokakta yatan yaşlı birini görür. Kızlar "Şu amcaya harçlık verelim sevaptır" derler. Yaşar yaşlıya yanaşır, adamla göz göze gelir. Babası Rüstem’dir, arkasını döner; kıza iki lira verir, “Bunu sen ver” der. Kız parayı adama uzatır. Yaşlı yerden kalkar, köşede bulunan bastonuna dayanarak ağır ağır ilerler. Kızlar “Dayı parayı almadı Yaşar” derler. “O dayı değil benim babamdı” der Yaşar. Kızlar “Ne yani sen Çingene misin?”. Yaşar durur, kızlara bakar. “Evet” der “Ben Çingeneyim. O da benim öz babam. Utandım söylemeye beni terk edip alay edersiniz diye korktum. Sınıfta tek kalırım, her yapılan hırsızlıkta beni suçlarsınız diye korktum”. Selime Yaşar’a sarılır “Olur mu öyle şey, seni daha çok severdik, keşke dürüstçe açıklasaydın”. Yaşar  “Babam nereye gitti, hadi bulalım” diye bağırır. Selime “Bakın” der, “Uzakta değil”. İlerideki kahvenin önünde yere oturmuştur. Yaşar koşarak gelir, “Baba” der. Rüstem oğluna bakar, “Seni tanımadım kimsin?”. Selime “Oğlun Yaşar o tanımadın mı?”. Rüstem elini gökyüzüne kaldırır. Ağzında üç dişi kırılmıştır, Hayri’nin vurduğu yer hala bellidir. “Hey Allah’ım, ben ki Rüstem kulun, ne hata yaptım bir oğlum yoldan çıktı bir oğlum avukat oldu. En sevdiğim karımı elimden aldın, ben ne günah işledim ki bana böyle hayırsız evlatlar verdin”. Yaşar yere diz çöker, “Hadi baba kalk eve gidelim, bak Selime de yanımızda. Oda senin gelinin olacak, sen evde otur”. Rüstem yavaşça kalkar, “Yok oğlum” der “Anneniz öldükten sonra bana her şey haram. Benim yerim bu karanlık sokaklar”. Bastonunu yere vurarak ağır ağır ilerler. Selime “Bırak gitsin takip ederiz, akşama gelip alırız”. O sırada Hayri evdedir. Belindeki bıçağı sırtına sokar, yine aynı yerden geçecek yine Karayılan ona sataşacaktır. Karayılan gelir, Hayri’yi tutar bir iki tane suratına patlatır, işte o anda Hayri bıçağı çeker, Karayılanı orada öldürür…

Yıllar sonra Yaşar Selime’yle evlenmiş bir kızı olmuştur. Karı koca avukatlık yapıyorlardır. Birgün kapıya polis gelir karakola çağırırlar. “Hayırdır” der?. “Birini göstereceğiz, tanıyor musun diye?”. Morga getirirler kapak açılır, babasını görür, yüzü bembeyaz olmuştur… Bakar, “O mu?” diye sorar. “Benim babam kömür gibiydi”. İyice bak derler. Gözlerine bakar evet odur. Taksim parkında bulmuşlar bak üstünde yazdığı bir yazı var. 

Rüstem ağa şöyle yazmıştır: “Benim dünyada sevdiğim bir karım ikide oğlum var. Birinin adı Yaşar avukat olmuş gurur duydum. Karısını evlenmeden evvel tanıdım, çok sevdim. Bir oğlum daha var, mahallededir,  ismi Hayri inşallah o da güzel bir temiz süt emmiş birini bulur. Yuvasını kurar. Ben çocuklarıma hakkımı helal ediyorum. Beni bağışlasınlar. Onlara güzel bir yaşantı veremediğim için de beni affetsinler. Bu yazıyı çok önce yazdım cebime koydum. Selime gelinimi tanıdıktan sonra istedim ki cenazem kimsesizler mezarlığına gömülmesin. Hakkınızı helal edin, bende hakkımı helal ediyorum, babanız Rüstem ağa”.

Yaşar yazıyı okur babasına sarılır. “Seni ben kimsesizler mezarlığına gönderir miyim? Affet bizi evlatlık yapamadık”, birden hırsla dolmuştur. Elindeki kağıdı cebine koyar, mahalleye gelir, ortalık karışıktır. Ne olduğunu anlamak için birine sorar. “Hayri” der “Hayri var ya Karayılan’ı vurmuş”. Mahalleden biri Yaşar'ı tanır, yanına yaklaşır: “Oğlum çabuk git bunlar sana saldırır”. “Abim nerede?”, “Polisler aldı bak her yer polis dolu sen de aradan sıyrıl bir dolmuşa kaç”. Yaşar denileni yapar dolmuşa binip kendi kaldığı semte gelir. Selime “Ne oldu? Neden çağırmışlar?”. Kâğıdı uzatır ,Selime okur, gözleri yaşarır. “O akşam onu alıp getirseydik keşke…”. “Dur” der Yaşar. “Babam öldü, ama dahası var, abim birini bıçaklamış…”.

Aradan üç ay geçer. Baro avukat olarak Yaşar’ı görevlendirir. Hayri kardeşini avukat cüppesiyle görünce boynunu büker. Birden kâğıdı hâkime uzatır, lütfen sesli okur musunuz Hayri de duysun, herkes de duysun. Hâkim yazıyı okur, Hayri’nin gözleri dolar, “Ben haksızım hâkim bey, babamı dövdüm, dişini kırdım, bu suç benim, suçuma razıyım”. On beş yıl ceza alır, yıl 1986… Cezasını yatar, eşyasını alıp İzmir’e taşınır. Avukat Yaşar babasını anasının kaldığı mezarın yanına defneder, anası ve babası iki mezarda yan yana yatıyordur… Yaşar karısından başka kimseye hala Çingeneyim diyemez…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder