Şair, yazar ve Kağıthane Romanları çeribaşısı Cemil Akmaca'nın "Kamil Ağabey" isimli öyküsünün son bölümü Roman toplumunun yüzlerce yıldır yaşadığı sorunlara ışık tutan bir finalle son buluyor. Hiçbir yer de kök salamadan yıkımlarla oradan oraya savrulan bir aile kendileri gibi yoksul binlerce insanla birlikte yaşam savaşı veriyorlar:
Hatice güler, “Ulan” der “Sen de yatacak yeri buldun da horultusunu
düşünüyorsun”. Yaşar kapının önüne çökmüş uyumaya çalışır. Elmas “Abe burada ne
yapıyorsun, gel donacaksın”. Yaşar on
beş yaşında kimsesiz bir çocuktur. Zayıf ve çelimsizdir. “Gelmem” dedi “Muzaffer
amca kızar”. Elmas “Niye kızsın oğlum, o kovdu sizi, bu arsa bu tarla onun malı değil ki, Kamil’in
babasından kaldı”. “Olsun” der, “O çağırırsa gelirim”. Elmas, “Abe Muzaffer”, Muzaffer’den
ses çıkmaz. Dalıp gitmiştir, çekiç sallamaktan, göz nuru dökmekten yorgun
düşmüştür. Horultusu dışarı çıkar. “Abe görmez misin? Horlar tren gibi. Hadi
gel”. Elinden tutup eve sokar. “Bak içtiler şarabı oldular tren”. “Hadi sen de
onların arasına gir”. Yaşar korkar, “Döver”. “Oğlum ben erkenden seni
kaldırırım, sanki dışarıda yatmış gibi içeri girersin”. Aslında Muzaffer
horlasa da uyanıktır. Yaşar sessizce yanlarına girer. Uykuya dalar. Muzaffer
yataktan doğrulur, Yaşar’a bakar saçını okşar. Kardeşine bakar, Elmas yandan
onu gözler, tekrar döner, Yaşar’a sarılıp yatar.
Saat sekizde uyanırlar, ilk kalkan Muzaffer olur. Yavaşça “Hadi
sofrayı kuralım da kaldırırız hayırsızları” der. Bir saat sonra Yaşar yerinden
kalkıp utanarak dışarı kaçar, Elmas “Yaşar” diye arkasından bağırır. Yaşar “Abla
yüzümü yıkayacağım” der. Utanarak gelir, Muzaffer “Gel bakalım otur şöyle
yamacıma”. Yaşar sessizce yanına oturur. “Elmas baksana büyümüş şopar, şu
kadardı anası babası öldüğünde”. Yaşar’ın gözleri dolar, Elmas “Tamam şimdide
çocuğu ağlat”. “Yok” der Muzaffer, “Bu bizim oğlumuz oldu, sen anası ben de
babasıyız”. O anda Kamil “Hop” der “Onun anası Hatice, babası da Kamil”. Muzaffer “Tamam öyle olsun”. Yaşar’a sarılır,
daha “Ne istiyorsun, bak iki baban iki de anan var”. Hatice Yaşar’a sarılır. “Hepimiz
seni seviyoruz”. Kamil “Yok ben o kadar sevmiyorum, kafacığımı kırdı bu şopar”.
Muzaffer Kamil’in kafasına bakar. “Helal” der, “Sen yapmasaydın ben yapacaktım”.
Kamil “Biz ev mi tutalım, yoksa İstanbul’ a mı gidelim?”. “Yok ilk önce burada
dene o yapacağını. Bisikletleri biraz kavra, daha sonra buraları satar gideriz”.
Kendi evlerinden biraz uzakta bir ev tutarlar. “Ha” der “Şuraya da
tamir takımları koyar, şuraya da bir afiş”. Bisiklet tamircisi diye dükkânı
ayarlar ve oraya afiş asarlar. İlk günler gelen giden olmaz, bazı yerlerden
gelenler olur. Kamil işi biliyor bisikletleri yapıp veriyor, ancak kira ve ev geçindirecek kadar para
kazanıyordur.
Bir gün Hatice hastalanır, doktora götürürler. Doktor iyi gıda
almadığı için tüberküloz hastalığı olduğunu söyler. Hatice günlerce yatakta
yatar. Yaşar ona su verir, ellerini öper. Hatice’nin ömrü yetmez, 1958 yılında
evde yatarken ölür. Kamil delirmiştir, yıllarca kahrını çeken o kadın artık yoktur.
Aradan iki ay geçer. Kamil hala Hatice’nin ölümünü unutamıyordur. O
gün bir komşusunun bisikletini yapıp dükkânın köşesine koyar. Yaşar bisiklete
binmeye çok meraklıdır. Bisiklete biner, bindiği gibi kendini yolda ve arabanın
altında kalmış bulur. Orada ölür. Artık Kamil için bu şehrin hiç bir anlamı
kalmamıştır. Babası Yunanistan’dan geldiğinde kendisine devlet tarafından
verilen baba evini az bir paraya satmış abisiyle birlikte İstanbul’un yolunu
tutar. Uzun bir yolculuktan sonra Çukurbostan’a gelir. Burada tanıdığı
insanları bulur. Onlarla birlikte kendisine ev arar, mahalleye yerleşir.
Kamil “Abi bu evi alalım, size de yeter bana da. Ben tek adamın siz üç
kişisiniz. Bu arsanın yanına bir küçük ev yaparım, bu ev de sizin olur. Ben ne
edeyim parayı. Hatice’m ve Yaşar’ım gittikten sonra ne olur der”. Abisi evi üstüne alır, Kamil ise küçücük,
tenekeden yapılma yere geçer. Elindeki parayı da içki içerek bitirir. Derken
mahalleye zabıtalar gelir, kim nerde oturuyor hangi ev kimin yazarlar. Kamil
hiç kafasına takmaz. Ne olacaksa olsun der, bir sabah yüzlerce zabıta gelir. “Yıkım
var” derler. Ağlayanlara, inleyenlere, bayılıp düşenlere aldırmadan evlerini
yıkarlar.
Dağılan binlerce Çingene oraya buraya gider. Kimse kimseyi bilemez bir
haldedir. Çünkü buldozer tüm evlerin üzerinden kâbus gibi çöker, eşyalarını
bile allamazlar. Bazı esnaflar yıkıntılar içinden örs ve çekiçleri bulup
çıkarır. Bazen de körüklü, hava yapan
aletlerini yıkıntılar içinden bulup çıkarırlar. Ama artık işleri çoktan bitmiş
kırılmıştır. Muzaffer elek yaptığı takımları bir sepete toplar, ne elek kalmıştır
ne de kalbur. Hepsi dozerin altında telef olmuştur. Sırtına eşyasını yükleyen
yola çıkar, kimse kimseyle konuşmaz. Kamil sırtına bir yatak, bir de battaniye
alır. Abisiyle Kağıthane’ye gelirler, burada yerler dağıtılıyordur. Muzaffer de
ismini söyler, ona bir yer verirler. Kamile tek olduğu için küçük bir oda… Herkes
ev yapmanın telaşındadır, bazen “Dolapdere’yi de vereceklermiş, Fatih’i de”,
bazen “Sıracevizler de gelecekmiş” gibi laflar dolaşır. Bazısı “Duydum Şişli de
gelecekmiş” der. Herkes yer aldığı için mutludur, “Gelen gelsin ağa, karşı tepe
bomboş her yer katırtırnağı dolu”. Kimileri “Yok ya orada kurtlar varmış,
baksana ileride de Hristiyan mezarlığı var. Oraya kimse gitmez”. Bazen Roman
olmayanlar da gelir, Roman gibi yaparak ya da yıkımdan gelmiş gibi yer
isterler. Onların ne yaptığı romanları pek ilgilendirmiyordur. Zaten hepsinin
evi vardır. Muzaffer Taşkıran Sokak’ta, Kamil Çayır Sokak’ta yer almıştır. Onun
yanına arkadaşı Hamal Osman ve Zeki dayı, az ilerisine de elekçi Yaşar, ortaya
koca bir semt çıkmıştır.
Kamil Aşağı Mahalleye gelmiş; Dolapdere, Çukurbostan ve Edirne’den
gelenlerin içine girmiştir. Kendisi hayata küsmüş, sadece ekmek parasına çöp
toplamaya başlamıştır. Aradan biraz zaman geçtikten sonra mahalleden Rubiye isimli
bir kadınla evlenir. Bir de at arabası almıştır, kimseye muhtaç olmaz, sabah
gider akşam evine gelir. Yıllar sonra bir oğlu olur. Annesinin kimliği
olmadığından oğlunun adını Yaşar koyar. Yaşar üç yaşına gelince bir oğlu daha
olur. Onun adını da Yasin koyar. Yıllar gelip geçtikçe çocuklara bir türlü
kimlik çıkaramaz. Çünkü analarının kimliği yoktur. Ninesinin kimliği varsa da
kimlikte “dul” yazar. Yıllar sonra hanımı tekrar hastaneye yatar. Kamil kapıdan
ayrılmaz, bir oğlu olduğu müjdesi gelir. Hemen arkasından hanımı doğumda ölür. Kamil
üç ufak çocukla perişan bir haldedir, kimseye de muhtaç olup “Şu çocuklara
bakın diyemez ve kararını verir”. Yeni
doğanı bir subaya evlatlık verir. Bazen Kamil duvarın dibine saklanıp oğlunu izler.
Onun devamlı geldiğini hisseden subay çocuğu da alıp kaçar.
Yıllar yılları kovalar. Çocuklar büyür, askerlik çağları gelir. Ama
askere almazlar, Kağıthane kaymakamı
onlara geçici bir nüfus kağıdı ayarlar. Ve iki kardeş Yasin de, üç Yaşar’da
kırk yaşında askere giderler. Askerlik bitince iki kızını okutur. Neyle mi? Çöpten
kağıt plastik toplayarak, iki kızı avukatlığı kazanır ve Yaşar’ın evleri bu
dönem yıkılır, kiraya giderler. Zor şartlar nedeniyle çocuğunu okuldan almak
zorunda kalır.
Evet, Kamil abi evler yıkılmadan az bir zaman önce ölmüştür, fakat
bilir ki biz birimize düşkünüz. Onun için rahat bir şekilde hayata gözlerini
yumar. İşte böyle Kamil’in hayatı, ya
yıkmasalardı evleri belki de o kızlar hakim olacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder