Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz şair, yazar ve Kağıthane Yahya Kemal Romanları çeribaşısı Cemil Akmaca "Kovun Gitsin" başlıklı öyküsünde sıcak mevsimde çeşitli bölgelerde dolaşarak sepetçilik ve demircilik yapan, kışları da şehirdeki evlerinde yaşayan bir Roman kabilesinin güzel kızı Güllü'ye aşık olan Nevşehirli köylü Neco'nun hikayesini anlatıyor. Akmaca gerçek olaylarla kurgunun ustaca harmanlandığı öyküsünde Yeşilçam'da sıkça kullanılan klişelere kendine özgü gerçekçi yaklaşımıyla meydan okuyor.
Güzel bir gündü. Tarlada çalışanlar kendi arazilerini ekmekle meşguldüler. “Buba” diye bağırdı Dilan, on yaşında bir kız. “Ne bağırıyon, ne oldu?” dedi babası. Kara bir adam, elleri nasırlı, ayağında yırtık bir mest. Bağrı açık bir köylü… Dilan “Buba” dedi, “Çingeneler geliyor”. Necati, kısaca Neco derlerdi ona, yüzündeki teri silip aşağıya baktı. “Neredeler göremedim?”. “Orda değil buba, bizim meraya geliyorlar”. Neco yerinden fırladı, “Meraya mı? Orada ne yapacaklar?”. “Ne bilem buba, dur hele gidip bakayım”. Meraya doğru koştu Dilan. Onu koşarken gören öbür tarla sahipleri de peşinden gittiler. Karşıdan on beş yirmi araba göründü. “Ula bunlarda kim ki Neco?”. “Çingenelermiş, bizim meraya doğru giderler”. Tarla sahipleri bir ağızdan, “Olmaz meraya çadır açtırmayız”. “Koş ula, git köye muhtara bildir”. Zayıf çelimsiz Şako koşarak muhtarlığa gitti. Neco, “Hele bir konuşak, belki geçip giderler”.
Çingeneler yavaş yavaş meraya geldiler. En
öndeki yaşlı adam eşeğin sırtına binmiş, salınarak geliyordu. Nece, “Hele bir durun. Nerden gelip nereye
gidersiniz”. Yaşlı eliyle kabileyi
durdurdu. “Tanrı misafiriyiz, burası
sulak bir yer bir hafta kalıp gideceğiz”. Neco, “Duydunuz mu bir hafta diyor. Bizim meramızda ancak bizim sığırlara,
koyunlara yer var. Sizin atlarınız buraları yer bitirir”. Adı Selim olan yaşlı Çingene gözleriyle
merayı inceler. “Yok kardaş, baksana bu
mera binlerce hayvana yeter”. Neco, “Olmaz”
der, “Biz burada konaklamanızı istemeyiz”.
Selim Ağa, “Öyleyse bize yol verin, geçip
gidelim”. “Olmaz, meradan geçmenize de
izin vermeyiz. Ta karşı tepeye gidin. Oradan geçip gidin”. Köylüler yavaş
yavaş dolmaya başlar, muhtar atın sırtında gelir. “Durun hele nedir bu olay?”. Neco her şeyi anlatır. Muhtar, “Bakın tanrı misafiriyiz demişler. Bir hafta
kalsınlar”. Neco, “Olmaz, bizim
koyunlar nerede otlayacak, bunlar giderken tüm merayı batırırlar, her yer pislik
dolar, kim temizleyecek”. Selim Ağa
aşağı iner. “Yok” der, “Madem istenmiyoruz geçelim dedik, arkadaş müsaade
etmedi”. Muhtar, “Oldu mu Neco,
sadece yol istemişler?”. Birden arka
sıradaki arabadan on yedi yaşında güzel bir roman kızı iner. Neco gözlerini
ondan alamaz. Kendi kendine, “Yarabbi”
der, “Bu ne güzellik”. Genç kız
salınarak Selim Ağa’nın yanına gelir. “Ne
oldu dede konaklamıyor muyuz?”. Selim Ağa, “Bu benim dünya güzeli torunum”. Neco, “Merhaba benim adım Neco, aslında kısaltılmışı…”. Herkes güler. Muhtar,
“Ne dersin Neco? Bir hafta konaklasınlar mı?”. Neco adı Güllü olan kıza bakar. Sanki
önemsemiyormuş gibi, “Madem sen diyorsun,
konaklasınlar ama giderken pislik istemem”. Selim Ağa, “Sağ ol Neco kardeş, toplanın şu yerde
konaklayacağız”.
Köylüler Neco’yla dalga geçerler. “Ula Neco”. “Muhtar dedi diye ha!”. Köylüler güler. Neco, “Öyle tabi muhtar üsteledi”. Köylüler yine güler. “Muhtar ha, Güllü olmasın”. Neco utanır.
“Ayıptır kızın yanında”. Gülüşerek
tarlalarına dönerler. Akşamı Neco’nun
aklından Güllü çıkmaz olur. Sabaha kadar hep Güllü’yü düşler. Neco aslında evli
değildir. Ona baba diye seslenen de ağabeyinin kızı Dilan’dır. Amca demez,
amcasına baba der. Neco, “Bir yol olmalı, bizde Çingeneyle evlenilmez,
zaten onlar da bizlere kız vermez bir hafta sonra çekip giderler, kızlarını
bırakırlar mı?” diye diye sabaha kadar düşünür. Sabah erkenden çıkınını
alıp tarlasına gelir. Gözü hep meradadır bir kere daha görsem diye düşünür
yavaşça meraya doğru ilerler. Merada çadırlar açılmıştır. Dışarıda tek tük
ateşler yanıyordur. Bir ağacın arkasına geçer, Güllü’nün çıkmasını beklemeye
başlar. Bir saat sonra herkes çadırların önünde çalışmaya başlamıştır, kimi
sepet örer, kimi maşa kürek yapar… Neco, kendi kendine “Hadi Güllü neredesin, bir kere daha göreyim seni” diye iç geçirir. Akşama
kadar Güllü’yü göremez. Öylece evin yolunu tutar. Kahveden geçerken oradakiler “Neco bugün tarlada yoktun yemeklerin orada
kalmış. Bizde kurt kuş yemesin diye yedik haberin ola”. “Afiyet olsun”. Muhtar, “Ya bu Neco’da bir şey var. Çok durgun”.
İhtiyarlar gülerler, “Durgun değil,
vurgun. Neco âşık oldu”. Hepsi dalgasındadır, Neco artık utancından kimseyle
konuşamaz. Her sabah kalkar tarlaya gider, akşama kadar tarlayla uğraşır, yorgun
argın evine döner. Kendisiyle alay
edecekler diye kahveye gidemez.
Böyle böyle günler geçer. Verdikleri süre
dolmuştur. Çingeneler yaktıkları ateşlerin üzerlerini örtmüş, çöpleri toplayıp
uzak bir yere bırakmıştır. Selim ağa, “Herkes
hazırlansın bir hafta dedik, yarın bitiyor” diyerek kabilesi toplar. Neco bu sırada kendi kendini yiyip duruyordur.
“Neden bir hafta dedim sanki, bir ay
deseydim! Bir ay deseydim ne olacaktı? Yine çekip gideceklerdi. Gidip dedesine
açılsam, belki verir” diye kendini avutur. “Keşke babam anam sağ olsaydı, şimdi gider isterdik. Yok, yine de
vermezlerdi”.
Birden aklına bir fikir gelir. “Ya burada kimsem yok. Bir yeğenim var. Satarım
tarlayı evi, ben de onlara katılırım”.
Koşarak kahveye gelir. “Muhtar”
der, “Ben şehre taşınıyorum. Yerimi evimi
kim isterse satacağım, haberiniz olsun”. Muhtar bıyıklarını bürür, “Ne istersin tarlayla evine?”. Neco hiç düşünmemiştir. Satmaya bile yeni karar
vermiştir zaten. “Senin at arabanı ver,
bir de yüz liraya satarım”. Muhtar, “Oğlum
dedirdin mi sadece evin yapar yüz lira… Sende bir hal var. Gel hele anlat”.
Muhtar Neco’yu kolundan çekip muhtarlığa getirir. “Hele de bakalım”. Neco, “Yok
şehre gideceğim. Amelelik ya da hamallık yaparım. Bıktım tarladan. Her gün aynı
iş”. Muhtar “Güllü olmasın buna sebep? Bana bak, doğru söyle”. Neco utanır,
muhtara bakamaz bile. “Bak oğul, gençsin,
kanın kaynar da onlar sana kız vermez. Hem biz de Çingene kızı almayız”. Neco
utanarak “Yok şehre gideceğim. Yeğenim
bana yemek yapar, elbisemi yıkar, başka kimsem de yok”. Muhtar “Tamam
öyleyse at araba senin, al sana altmış lira, şehirde bir iş tutarsın başka da
param yok”. Neco muhtara sarılır ellerini öper. “Hemen eşyalarımı yükleyip giderim”. “Dur bu ne acele, hele bir zahmet bu kağıtları imzala, onlar daha
gitmemiştir” deyip güler. Neco kağıtları imzalar. Muhtar on lira daha
uzatır, bu da meradaki hakkın. Neco sevinir.
“Sağ ol muhtar, bu iyiliğini hiç
unutmayacağım”. “Hadi yolun açık
olsun”.
Neco Dilan’ı da alıp yola çıkar. Nevşehir
o zamanlar şimdiki gibi değildir. Yollar yeni yapılmaktadır. Bazı yerlere Arnavut
kaldırımı denilen taşlar döşenmiştir. Atın ayakları bu yollarda çok kaydığından
Neco atı toprak yola sürer, at yavaş yavaş yol alır, amacı onları köyün çıkışında
karşılamaktır. Dilan “Buba” der, “Şehre gidince okula gidecem mi?”. “Gidecen tabi”. Gözü hep arkadadır. “Ya bu tarafa gelmez de başka köye
saparlarsa…”. Dilan ikide birde “Buba” der, “Ayakkabı da alıcaz mı?”. “Alıcaz”.
“Siyah önlük de alıcaz, beyaz yaka da”.
“Yakası dantelli olsun, okula giderlerken
kızlarda gördüm”. “Alırız”. “Buba, köye bir daha gelmeyecez mi?”. “Gelecez tabi bir sürü arkadaşımız var”.
Uzaklarda Çingene arabaları görünür. “Oh” der Neco, “Oh be”. Dilan sorar, “Ne oldu?”,
“Bak Çingeneler geliyor, biraz duralım şu
ağaç iyi”. Dilan, “Buba” der, “Ben acıktım”. “İyi ya hem dinleniriz hem de karnımızı
doyururuz”. Çingene arabaları daha çok uzaktadır. “Bir ateş yakalım sen de hazırla bir şeyler”. Yere bir çarşaf serer, çökelek, pişmiş
yumurta, domates, taze soğan koyar. “Hadi
buba, yemek hazır”. Ekmeği kırar beraberce yerler.
Çingeneler ağır ağır geliyordur. “Buba yemeği yedik, atta dinlendi, gidek mi?”.
“Hele dur biraz”. Çingeneler yaklaşır. “Bunlar on beş yirmi arabaydı, dört tane kalmış, tüh ya o başka yere
gittiyse…”. Dilan, “Kim gittiyse?”.
Nece boş bulunup, “Güllü” der. “Ha anladım”. “Neyi anladın?”. “Güllü’yü
soruyon sen. Aha arka arabada”. Selim Ağa ağacın yanında durur. “Selamın aleyküm” der. Neco, “Ooo, Selim ağa, buyur”. Selim Ağa Neco’ya
bakar, “Seni tanıdım, bize bir hafta müsaade
etmiştin, sağ olasın, sayende dinlendik ve tekrar yola düştük, hayırdır senin
ne işin var buralarda”. Güllü arabadan, “Dede?”. Neco Güllü’ye bakar, Dilan güler… “Buyurun, soframız açık”.
Herkes toplanır, ne varsa hep birlikte
yerler. “Hele” der Selim Ağa. “Demin dedim ya, ne işin var buralarda,
köyden çok uzaktasın”. Nece, “Sattım
tarlayı evi, merayı da, şehre giderim”.
Selim Ağa, “Hadi Güllü yap bir
çayda içelim”. Güllü ateşi yakar, çaydanlığı koyar. Güllü, “Biz şehirden kaçarız, sense şehre gidersin…”.
Neco ilk defa Güllü’yle konuşma fırsatı yakalamıştır. “Anam, babam, abim tarlaya giderken traktörde kaza yapıp öldüler. Bu kız
bana abimin mirası. Ben amcası olurumda, o bana ‘buba’ der”. Güllü Dilan’a
sarılır, “Sahi mi kız? Bu senin baban değil mi?”. Dilan, “Yok benim bubam öldü, bir tek ben kurtuldum,
şu sol bacağım sakat kaldı. Ama öyle çok sakat değil, bazen ağrıyor”. Neco,
“Şehre gidek, ilk işimiz seni doktora
götürmek”. Dilan kızar. “Önlük pabuç da
alacağız tabi”. Selim Ağa, “Bu kadar
gevezelik yeter, hadi bakalım yola” der. Dört araba yola çıkar. Dilan artık
meseleyi anlamış gibi onlar nereye giderse o da arabayı peşlerinden sürer. Selim Ağa arkadaki arabacıya bağırır, “Kemal sen öne geç, hele biz köylüyle sohbet
edelim”. Yan yana sürerler arabaları. Neco arada bir Güllü’ye bakar. Selim
Ağa, “Bak” der, “Neco bizde yabana kız verilmez. Biz göçeriz”. Neco utanır. Lafın
kendine geldiğini anlar. Birden Güllü’ye
bakıp, “Ya sizin gibi olursa, hep göçerse”.
Selim Ağa, Neco’ya bakar, “Olmaz bizde
adet odur, yabana kız verilmez, zaten yabanlar da bizden kız almaz”. Neco, “Neden, sevgi aşk buna inanmaz mısınız?”.
Selim Ağa “Neco’ya bakar, biz barış
insanlarıyız, sevgi doluyuz. Aşkı hepinizden daha iyi biliriz. Onun için olmaz
derim. Sonradan pişman olmaktansa…”.
Durur Güllü’ye bakar. Dilan Güllü’yü yanına almıştır, arabada şarkı
söylerler. “Bak” der, “Gördün mü? Bizim içimiz sevgi dolu, senin
yaban olduğunu bilsek de sevgimiz hiç eksik olmaz, belki ileride…”. Neco
birden umutlanır. “Belki ileride…”. “Sağ ol
baba” der Neco. Selim ağa, “Hop o
kadar değil”…
Az ileride bir köy görünür. “İşte” der Selim Ağa, burada konaklayacağız. Neco’ya döner. “Her halde sen gideceksin, şehir çok uzakta”. Neco Dilan’a seslenir.
“Hadi Dilan gidiyoruz”. Selim Ağa
dört kişilik kabilesiyle çadırını açar. Bir gözüyle de Neco’yu takip eder. “Hele sen git, bizde başka yere…”. Neco ağır ağır yol alır, tepeyi geçince Selim
Ağa, “Hadi toplanın”. Kimse ne
olduğunu anlamaz. “Ne bakarsınız hadi
toplanın, yukarı köye doğru gideriz, tekrar yola çıkarlar”. Neco’nun gideceği
istikametin tam tersine giderler. Neco, “Ulan”
der, “Beni işlettiler galiba”. Arabaya
yatak serer, yatmaya hazırlanır. “Bak sen
şu Selim Ağa’ya. Buba dedik, o bizi bıraktı yalnız başımıza”. Dilan uykuya
dalmıştır, Neco saçlarını okşar, “Güzel
kızım” der, üstünü örter. “Acaba köye
dönsek muhtar kalın burada der mi? Ben nasıl köye dönerim. Tüh, neler düşünüyorum”.
Az ileride, atın üstünde birisi belirir. Neco,
selam verir. At üstündeki adam, “Kardaş
tek başına ne ediyon burada. Sizinkiler aha şu karşı tepenin oradan gidiyor”.
Neco, “Hele ben önlerine nasıl çıkarım,
hele bir yol göster ağa”. “Şu tepeyi
aşıp ağaçların yanındaki toprak yoldan gidersen onları geçip önlerine çıkarsın”.
“Sağ ol” der Neco, Dilan’ı
uyandırmadan atı koşar. Yavaşça toprak yoldan ilerler ormanlık alanı geçip
bayır aşağı inerken Çingene çadırlarını görür. Ateş yakmış oyun oynuyorlardır.
Güllü ateşin etrafında dönüp durup Çingene havası oynuyordur. Sessizce onları
geçip yoluna devam eder. Sabahın ilk ışıkları üstlerine vurduğunda Dilan
kalkar. Sağa sola bakar, “Buba” der, “Bura kaldığımız yer değil”. Neco yüzünü
yıkar, “Doğru burası daha uzak”. Dilan,
“Şehre geldik mi?”. Neco, “Gel Dilan” der. “Bak büyük bir kız oldun Dilan”. “He” der Dilan, “Büyüdüm ben”.
Duraklar, gök yüzüne bakar. Dilan, “He buba”
der. Neco, “Ben aşık oldum Dilan”. “Biliyom, Güllü’ye değil mi? Hele sofrayı
kurayım anlatırsın”. Neco dert ortağı gibi her şeyi Dilan’a anlatır. “Bende barış ve sevgi doluyum neden
anlamazlar”. Dilan, “Yok, biz ayrı
ırktan insanlarız. Ya ben büyüsem, beni bir Çingene istese verir miydin?”.
Neco tekrar gök yüzüne bakar, “Sana
kıyamam, verirdim sevdikten sonra”. “Olmaz
buba, dedim ya ayrı ırkın insanıyız”.
“Sende mi böyle düşünüyon Dilan?”.
“Yok ben senin gibi düşünüyom da, töreler
öyle, onlar kız alıp kız vermez”. Neco, “Lanet olsun törelerine”, ellerini yüzüne kapar gözünden iki damla
yaş akar. Dilan, “Ağlama buba, her şey
düzelir”. Sanki yetişmiş bir kız gibi konuşuyordur. “Buba köyümüze dönelim. Muhtar Amca yerimizi geri verir”. Neco, “Madem töre böyle, biz de töreyi yeneceğiz,
öyleyse İstanbul’a gidiyoruz. Önümüze çıkan ilk kasabada atı arabayı satar
yolumuza devam ederiz”. İlk kasabada atı arabayı ve eşyaları satıp bir
otobüse binip yol alırlar. Neco’nun aklında hep Güllü, Dilan’ın aklında okul
vardır.
İstanbul’a gelirler. Neco, “Yorulduk Dilan, bu yol yordu bizi bir otel
bulalım. Bu gece orda kalıp yarın bir ev
bakalım. Kiralık mı yoksa satılık mı? Nasıl olsa paramız var. Bin liraya eşya
ve arabayı sattık. Sana bir kese diktireyim, parayı üstünde taşırsın, bende
bize yeteri kadarını alırım. Tamam mı benim güzel kızım…”. “Ağa
buba, bak burası otele benziyor”. “Dur
hele soralım yoldan geçene, kardaş burada otel var mı?”. Adam ters ters bakar. “Görmüyon
mu bak orada yazıyor, burası otel”. Neco, “Sağ ol kardaş” der. “Gel
kızım”. Otelin kapısına gelir, içeri bakar. İçerden, “Buyurun boş yerimiz var” diye bir ses gelir. Neco, “Bize bir oda”. Adam bakar, “Bu kim?”. “Kızım”. “Kimlik alayım”.
Neco kimliği uzatır. Adam isimlerini yazar. “İşte sekiz numara”. Odalarına girerler. Neco pencereden otelin
dışındaki toprak yola bakar. “Bizim ora
gibi de çok kalabalık Dilan”. “Ben
duydum bir milyona yakınmış bu şehrin insanı”. Neco “vış, bir milyon ha, vay anasını”. “Biz de
geldik”. Neco güler, “İki kişi daha…”.
***
Otele geldiklerinden beri bir haftaya
kadar zaman geçmiştir. Neco, “Hadi biraz
gezelim” der. Dilan sevinir, “Gezelim buba”. Yağmur hafif hafif
yağıyordur. İnsanların ellerinde şemsiyeler, bazıları naylonu şapka gibi yapıp
başına geçirmiştir. “Hele gel Dilan, dün
buradan geçerken gördüm, sinema diyorlar.
Bu dışardaki resimli kağıtlar içeride bize canlı gibi görünüyormuş”.
Dilan, “Buba” der, “Ya bize
saldırırlarsa”. Kapıya gelip iki bilet alırlar. Genç biri elindeki lambayla yer
gösterir. On kuruş ister. Neco çocuğa parayı verir. Yerlerine otururlar, tahta
sıralar soğuk gibidir. Tam köşede koskoca bir fıçıdan soba vardır. Çocuk sobayı
yakar, genç çocuklar boyunlarına bağladıkları sandıklara dizdikleri ay
çekirdeklerini bağırarak satarken birden tüm ışıklar söner. Dilan korkudan
babasına sokulur. O anda sinemanın perdesinde “Avare” filminin fragmanı gösterilir. “Haftaya” der perdeden gelen
ses, herkes alkış tutar. Dilan ağzı açık seyrediyordur filmi, korkusu gitmiş
kendini Muzaffer Tema’nın filmine kaptırmıştır. Neco film bittikten sonra Dilan’a,
“Haftaya tekrar gelir seyrederiz”
der. Dilan keyiften uçuyordur.
Yavaş yavaş otele gelirler, otelci, “Ne o” der, “Baba kız sinemadan mı?”. Neco, “He” der, “Filmi seyrettik”. Otelci, “Ben
o Selman sinemasına gitmem, her yerde Çingene var, bit pire ne istersen var. İlk
önce hamama gitseydin keşke gelmeden”. Neco kızar, “Ben” der, “Hiç bite
rastlamadım. O insanlarla kaldım, hoş sohbet insanlar. Sen ilk önce kendine bak,
milleti kışkırtma”. Dilan amcasına bakar. Neco kızmıştır, “Biz taşınıyoruz, yap hesabı” der. “Hadi Dilan git eşyamızı topla”. Dilan
koşarak yukarı çıkar. Bir çıkın içindeki eşyaları sırtına vurur. “Al” der Neco, “Bu otelin parası”. Adam Neco’ya bakar, “Niye kızdın ki kardaş, ben de doğuluyum, oradan tanırım bu Çingeneleri”.
Neco, “Yok” der, “Senin gibi doğulu olmaz olsun. Biz kardaşız,
doğusuyla batısıyla”. Adam Neco’ya bakar, “Anladım” der, “Sen kafayı
yemişsin. Batıyla kardaşmış. Yakında sen
de görürsün kardaşlığı”.
“Hadi
Dilan gidelim”. Dilan, “Hani haftaya filme gelecektik”. “Geleceğiz tabi. Hele bir yer bakalım. Başımızı
sokalım”. Aşağıya doğru toprak yoldan ilerlerler. “Bak burada evler var. Gel soralım”. Kiralık yazan gecekondunun
yanına gelir kapıyı çalarlar. Biraz sonra kapıda genç bir adam belirir. Neco’ya
bakar, “Buyur” der. Neco, “Kiralık yazmışsın ya, onun için”. Genç Neco’ya
ve Dilan’a bakar, “Nerelisin” der. Neco,
“Nevşehirliyiz”. “Hele şöyle gel bakalım”. Oturur taşın
üstüne. “İki kişi misiniz?”. Neco, “Evet iki kişi, kızım ve ben”. “Peki verelim o zaman, kira on beş kuruş”.
Neco elini cebine sokar. “Yok” der adam, “Ben sadece kirayı dedim, sahibi burada yok o gelene kadar burada kalın.
Kirayı geldiği zaman ona verirsin”. Kapıyı açar, “İşte burası gecekondu. Biraz sıvası gitmiş, tavanı açık kalmış, kapısı
kırık”. Neco, “Ben tamir ederim”.
Adam, “İyi” der, “Yaparsan kiradan düşerler, ama sahibi gelmeden
yapma, boşuna paran gitmesin”. Neco, “Böyle
mi kalacağız? Bari kapı alsaydım”. “Sen bilirsin sahibi biraz terstir, çıkın
derse karışmam, altı ay gezer kışın gelir. İşte o zamana kadar çocuklar camları
kırarlar”. “Olsun, hele söyle bakalım var mı burada eski eşya kapı satan yer?”. Adam, Neco’ya bakar, “Ya sadece burada kalın dedik, sen evi mi yapacaksın?”. “Olsun” der Neco, “Kız çocuğumuz var. Böyle
kapısız evde oturulmaz”.
Dilan’la bir at arabası kiralar. İki kapı,
muşamba, bir çerçeve, biraz kum ve çimento alıp dönerler. Kapının önüne yanaşır,
ilk defa dikkatlice mahalleye bakar. Bir sürü Çingene vardır. Kimi çay demlemiş,
kimi kapının önüne uzanmış sohbet ediyorlardır. Dilan, “Bak Çingene mahallesiymiş”. “Olsun
daha iyi arkadaş olurlar”. Neco, Dilan’ın başını okşar, “Olsun de mi?”. “He buba olsun”. Kapıyı takar çerçeve yerleştirir. Dilan duvarlara
kireç sürer. Ev bitmiştir. Neco, “He
kızım işte evimiz, gidek yatak döşek, biraz da kap kacak alalım”. Kapıyı
kapatırlar. Beraberce eski eşya satan yere gelirler. Duvarda asılı resmi
gösterir. “Buba bak ne kadar Güllü ablaya
benziyor”. Neco utanır resme dikkatlice bakar. “Bu ne kadar?” der. Adam, “Satarım
da bunu biri çektirdi. Yanda resim dükkanım var. Bir gider, altı ay, kışa doğru
gelir. Belki gelir alır diye buraya astım”.
Neco, “Satarsan alırım” der. “Eve asarım kızım da beğendi”. Eskici, “Madem öyle, ver yirmi kuruş al”. Neco, “Çok değil mi?” der. “Çok ama, ya sahibi isterse sonra ne derim?”.
“Tamam” der Neco, “On beş kuruşa ver de alalım”. Adam resmi uzatır. Dilan resme dikkatlice
bakar. Başında güllü bir eşarp, sırtında kadife takım elbise, “Vallahi o, Güllü Abla”. Neco, “Bırak şimdi Güllü’yü resmi…”.
Eşyaları yükleyip eve gelirler. Mahalledeki
insanlar yeni taşınanların kim olduğunu merak etmeye başlamışlardır. “Bu bizim Selim’in kiracısı”. “Hadi gidelim bakalım”. Kapıya gelip, “Hoş
geldin kardaş” derler. Neco sevinir, “Hoş bulduk, yeni taşındık da…”. “İyi
yapmışsın”, kadınlar içeri bakar. “Ooo,
içerisi güzel olmuş, bizde yardım edelim”. “Koş kız çağır Yasin’i, yardım etsin”. Kız koşarak gider. Yasin
kızgın kızgın gelir. “Ne oldu ana?”. “Görmüyor musun taşınmış misafirler. Tut su
döşeği”. Yasin, “Tam da okey
atıyordum”. Hatice kızar, “Başlarım
okeyine”. Yasin Dilan’a bakar on beş yaşında vardır. “Hoş geldin” der. Dilan Yasin’in ayağına bakar… Ayağında yırtık bir
ayakkabı, üstünde eski bir tişört. Eli yüzü temiz, saçları taralı… Dilan gence,
“Hoş bulduk” der. Yasin hemen yatağı
kapar içeri taşır. “Nereye?” diye
sorar Yasin. Dilan utanır eliyle yüzünü örter, başındaki tülbendi gözlerine
kadar çeker. “Buraya der” Dilan.
Yasin dışarıda taşınacak ne varsa içeri taşır.
Neco, “Hadi Dilan, yak bakalım ateşi”. Yeni aldıkları pompalı gazocağını
gösterir. Dilan yakmaya çalışır, başaramaz. Yasin, “Öyle değil” der, “İlk önce bu
hazneye ispirto dökeceksin, bak böyle”. İspirtoyu gaz ocağının yanındaki
yere döker. “Şimdi yakalım” der, “Cebinde sigara ve çakmak vardır”. Anası
görür diye Neco’ya, “Dayı çakmak var mı?”.
Neco cebindeki benzini ve çakmağı uzatır. İşte şimdi yakacağız. İspirto yanmaya
başlar. Bir yandan Dilan’ı kaçamak bakışlarla
süzüyordur. “Bak şimdi kafa ısındı, bu
pompayı dolduracağız”. Ve gaz ocağı pompalamaya başlar, ocak yanar. “Gördün mü böyle olacak”. Dilan çaydanlığı ateşe koyar. Neco, “Bakkala git, bize beş bardak çay şeker al”.
Yasin, “Ben alırım” der. Anası “Allah Allah, Yasin bakkala gidiyor olacak iş
değil”. Dilan’a bakar, “Kızın mı?”.
“He, bana buba der”. Kadınlar, “Babası değil misin?”. Neco, “Sayılırım der”, başından geçeni olan
biteni anlatır. Kadınlar üzülürler. Yasin koşarak gelir, “Aha çay, şeker, bardak”. Bir kadın elinde ekmek ve yemekle gelir. “Ev hali taşınmak kolay değil”. Neco, “Yapmayın”.
Kadın, “Ne demek yapmayın, biz de size
geleceğiz, tabi kabul ederseniz”. Neco, “Tabi her zaman buyurun gelin”. Dilan duvardaki çiviye resmi asar. Kadınlar, “A bu bizim Güllü, ne zaman çektirmiş”. Anlamaz Neco, “Yok” der, “Ben eskicide
buldum duvarı süslesin diye. Dilan aldı”. Dilan, “Güzel de mi?” der. “Hele
saçları omuzundan aşağı ne güzel duruyor”.
***
Yasin epeydir kahveyi boşlamıştır, her
gün Dilanların evinin önünden geçer olmuştur. Dilan pencereden Yasin’i seyreder.
Bazen el bile salladığı olur. Neco bir inşaata başlamıştır. Bazen yorgun argın
eve gelir, bir köşeye serdiği döşeğe uzanır. Resme bakıp bakıp iç çeker. “Beni istemediler, ben ne yaptım? Töreleriymiş
yere batsın töresi”. Dilan, “Bir şey
mi dedin baba?” der. “Kız Dilan eskiden ‘buba’ derdin şimdi ‘baba’
diyorsun”. “He baba şehirli olduk ya
ondandır”. Gülüşürler. Dilan, “Köye gideceğiz de mi? Özledim”. Neco, “Özlenmez mi? Muhtar, arkadaşlar…”. Durur
bir sigara sarar. “Anan baban hepsi orada,
gideceğiz tabi, biz özgürlüğü seçtik diyeceğiz”. O anda kapı çalınır, gelen Yasin’dir. “Baba Yasin gelmiş”. “Gelsin hele”. Yasin ağır ağır içeri
girer. Dilan yüzünü örter. Neco, “Dilan Yasin yabancı mı? Koy bir döşek, hele
söyle bakalım”. “Ben” der Yasin,
“Seninle çalışmak istiyorum, öyle bir iş
var mı?”. Neco, “He der çalışacan da
ne olacak?”. Yasin Neco’yla göz göze
gelmek istemez, yere bakar. “Biraz çalışacağım
askerlik var”. Neco, “Anladım, sonra
evleneceksin?”. Yasin utanmıştır, kaçar gibi dışarı fırlar. Neco güler, “Bu Çingene sana aşık galiba”. Bu sefer Dilan
utanır, “Aman baba” der…
Sabah erken saatte Yasin Neco’nun kapısında
beklemektedir. Neco, “Ula Yasin eve
gitmedin de burada mı kaldın?”. Yasin
utanır, “Olur mu yeni geldim”. Tekrar resme bakar, “Neco abi sen Güllü’yü nasıl tanıdın?”. “Kimi tanıdım?”. “Güllü’yü
diyorum, bu resmi?”. “Ha o mu? Onu eskiciden aldım. Valla Selim Abi duyarsa…”. Neco, “Selim mi?” der. “Güllü’nün dedesi”. Neco, “Dedesinin
adı Selim mi?”. Birden, “Yoksa Selim
Ağa mı?”. Yasin, “He Selim Ağa”. “Yani
bu resimdekinin dedesi Selim Ağa mı?”. Yasin, “He” der. “Bu kadar tesadüf olamaz”.
“Neyin tesadüfü” “Boş ver”. Neco kendi kendine düşüncelere
dalar. “Acaba o mu yoksa tesadüf mü?”.
Yasin o akşam yolda Dilan’la karşılaşır.
Bakkalın yanında Dilan’a sorar. “Dilan
kaç yaşındasın?”. Dilan hemen cevap verir. “Bu sene on yedi”. Yasin şaşırır, “Yok ya” der, “On yedi ha, ben
seni on dört on beş sanıyordum”. Dilan
utanıp oradan hızlıca uzaklaşır. Kulak misafiri olan bakkal, “Yasin bu kız sana aşık, baksana nerdeyse on
dokuz diyecekti”. Yasin, “Yok dayı
merak ettim de ondan sormuştum”. Bakkal güler, “Zaten bütün evlilikler merakla başlar”. “Hadi bakalım hayırlısı”.
***
Yaz biter. Havalar soğumaya başlar. Yasin
koşarak gelir. “Neco dayı!”. Neco, “Ne oldu Yasin?”. “Valla bilmem evin sahibi geliyor”. Neco, “Gelsin” der. “Gelsin mi?”
der Yasin. “Sizi çıkarır”. Neco, “Ne edelim çıkarırsa başka yere gideriz. Yok
öyle deme dayı başka yer olur mu?”. Yandan Dilan’a bakar. “Buralarda bir yer buluruz”. “Söyle bakalım nasıl bu adam?”. Yasin
atıp tutar, “Yabancım değil, ben
konuşurum onunla”. Gülerek Dilan’a bakar. Dilan, “Konuşsun baba belki yardımı olur”. Yasin, “Olmaz mı?” der. “Beni hiç
kırmaz, ne de olsa onun torunuyum”. Neco, “Yapma ya” der, “Ne zaman
gelir?”. “Aha göründüler işte”.
Tüm Çingeneler karşılamaya çıkarlar. En
önde Selim Ağa, arkasında Güllü geliyordur. Neco elleriyle gözlerini ovalar, “Olamaz, hakikaten o bu Selim Ağa”. Selim
Ağa, “Güllü bak burada kim var”. Güllü,
“Gördüm dede”. “Burada
ne işi var”. Neco, “Buraya taşındım”
der. Selim Ağa, “Buraya mı?”. “He işte bu viraneye”. Selim Ağa köpürür, “Virane dediğin benim evim”. Neco pot kırdığını anlar, “Öyle demek istemedim. Çocuklar her yeri
kırmıştı, bende tamir ettim, altı aydır buradayım, kira almadılar evin sahibine
verirsin dediler”. “Kim dedi”
bunları. “Ben dedim” dede. “İyi öyleyse otursun”. Güllü Neco’ya
yaklaşıp, “Hoş gelmişsin” der. Neco, “Evet hem de ne hoş geldim”. “Bir bakalım eve neler yapmışsın”. Evin
içine bakar Selim Ağa, her yer kireçle boyanmıştır, Dilan içerisini çok güzel
döşemiştir. “Ha iyi” der, birden
duvardaki Güllü’nün resmini görür. “Bunu
nereden buldun?”. “Eski eşya satan
adam sattı”. “Tüh namussuz nasıl
satar resmi”. Güllü, “Giderken
çektirmiştim”. Yandan Neco’ya bakar.
Selim Ağa, “Yarın sorarım o
dürzüye nasıl satar emanet malı”. Birden Neco’ya döner, “Ulan sen bela mısın? Ta Nevşehir’den kalkıp
gel benim evi tut!”. Neco vallahi
bilmiyordum. “Resmi de görmedin mi? Kimse
söylemedi mi?”. “Yok” der, “Kimse söylemedi”. “Ver şu resmi”. Duvardan söker alır. Neco üzülür. O anda Yasin gelir,
“Dede” der, uzanır elini öper. Güllü
Yasin’e sarılır. “Şimdi yorgunum sonra
konuşuruz”. Güllü’yle Selim Ağa
çıkıp giderler.
***
Akşam yemek saatinden sonra Yasin
Neco’ları ziyarete gider. Güllü Yasin’in peşinde gelir ama içeri gelmez. Açık
pencerenin arkasında içeride konuşulanları dinlemeye başlar. Neco Yasin’e sorar,
“Selim Ağa Hakikaten deden mi?”. “He”
der dedem. “Güllü’de ablam”. “Yok ya, ablan ha, gel hele şöyle otur”.
Yasin şaşırır, “Oturayım mı?”. “Hele otur şöyle, Dilan bize çay koy kızım”. İkisi birlikte çaylarını içerken Neco, “Yasin” der, “Ben ablana vuruldum”. Yasin, kızarak “Ben de senin kızına vuruldum” diye yanıtlar. Dilan kıpkırmızı olur,
Neco’nun kızacağını zannettiği anda Neco güler, “Sevgiyi bilirim” der. “Bende
kalkıp Güllü için ta nerelerden nerelere geldim”. Dışarıda onları dinleyen
Güllü birden içeri girer, “Ben sana söz
vermedim, sevmişsen kendin sevdin, öyle olur olmaz her yerde adımı kullanma”.
Neco kıpkırmızı olur!
TEMEL METİNLER
ROMAN OLMAK NE DEMEKTİR?
Romanlar Balkanlar'da yaşayan en büyük Çingene topluluklarındandır. Roman toplumunun Romanes adı verilen bir dili ve başlangıcı Kuzey Hindistan'a dayanan bin yıllık bir tarihi bulunmaktadır. Romanların en eski ataları uzun yolculuklarına Hindistan'dan başlamış olsalar da Roman Çingeneleri gerçek anlamda bir Balkan toplumudur. Hem Romanes dili, hem de Roman kültürünün diğer özellikleri uzun bir göç sürecinin ardından Balkan topraklarında bugünkü şeklini almıştır.
***
Dünyanın dört bir yanında farklı Çingene kavimleri yaşamlarını sürdürmektedir. Bu kavimlerin ortak özelliği sahip oldukları topraklar, hayvan sürüleri ve geniş orman arazileri ellerinden alındığı için geçimlerini göçebe zanaatçılıkla temin etmek zorunda kalmış olmalarıdır. Roman toplumun ataları da yine kendilerine başka hiçbir alternatif bırakılmadığı için yüzlerce yıl boyunca sepetçilik, elekçilik, kalaycılık, demircilik, müzisyenlik, şifacılık gibi geleneksel Çingene meslekleri ile geçinmek zorunda kalmışlardır. Sanayinin yaygınlaşması ile birlikte geleneksel Çingene meslekleri büyük ölçüde yaygınlığını kaybettiğinde ise az sayıdaki şanslı Roman avukat, doktor, mühendis veya öğretmen olmayı başarabilmiştir. Günümüzde Balkanların her yerinde yaşayan Roman toplumunun büyük çoğunluğu ekmeklerini taştan çıkarmakta, yaşadıkları ülkelerdeki diğer kesimlerin çoğunlukla tercih etmediği düşük gelirli ve en zor işlerde çalışmaktadırlar.
ROMANLARIN TARİHİ
Sanayi öncesi dönemde geçimlerini göçebe zanaatçılıkla karşılayan tüm Çingene kavimlerinin kendilerine ait bir tarihi vardır. Balkan coğrafyasının en kalabalık Çingene gruplarından olan Romanlar da Hindistan'dan Avrupa'ya uzanan zorlu bir göç süreciyle başlayan bir tarihe sahiptirler. Roman toplumuna mensup bireylerin, toplumlarını hedefleyen önyargılar karşısında kişiliklerini ve toplumlarını savunabilmeleri ve kendilerini birlikte yaşadıkları toplumlara daha iyi anlatabilmeleri için bu tarihi bilmeleri büyük önem taşımaktadır.
Roman tarihi yazılı kaynaklardan öğrenilemez. Doğrudan doğruya Roman tarihine kaynaklık edebilecek çok az sayıda yazılı belge bulunmaktadır. Buna karşılık Roman tarihinin en büyük şahidi Roman dili, Romanestir. 1700'lü yılların sonlarından itibaren Romanes dilini inceleyen dilbilimciler bu dilin kimi özelliklerinden Romanların tarihine ilişkin çeşitli sonuçlar çıkarmışlardır. Romanes dilinin Avrupa'da konuşulan diller içerisinde yakın dönem Hint dilleri ile doğrudan ilişkili tek dil olması Romanların tarihinin Hindistan'da başladığını ortaya koymaktadır. Hindistan'da başlayan Roman tarihi, Romanların bir Avrupa halkına dönüşmesiyle devam edecektir.
BEN BİR ÇİNGENEYİM
Tarihin en eski devirlerinden beri korktular bizden. Adımızı Çingene koydular. Farklıydık. Daha yoksulduk. Daha özgürdük. Ama insandık. Tıpkı onlar gibi. Onlar bunun farkında değildi. Bizimle çalışmak, bizimle yaşamak, bizimle konuşmak istemediler. Biz yarattığımız göz nuru zanaatlerle onlara bir yaşam bahşederken onlar şehirlerinin unutulmuş köşelerine attılar bizi. Yoksulluk bitmeyen bir lanet gibi üstümüze çüktü. Çok acılar çektik.
Tarihin en eski devirlerinden beri korktular bizden. Adımızı Çingene koydular. Farklıydık. Daha yoksulduk. Daha özgürdük. Ama insandık. Tıpkı onlar gibi. Onlar bunun farkında değildi. Bizimle çalışmak, bizimle yaşamak, bizimle konuşmak istemediler. Biz yarattığımız göz nuru zanaatlerle onlara bir yaşam bahşederken onlar şehirlerinin unutulmuş köşelerine attılar bizi. Yoksulluk bitmeyen bir lanet gibi üstümüze çüktü. Çok acılar çektik.
Atalarım, bu haksızlıklardan kurtulmak için her yolu denediler... Haykırarak baktılar insanların gözlerine; bazen yalvararak! "Biz Çingene değiliz, insanız". Bizi kabul edin. Lütfen!
Bugüne kadar kimse onları dinlemedi. Çaresizliklerinin karşısında gülümsediler. Yoksulluklarıyla alay ettiler. Umutsuzluk bir karabasan gibi çöktü insanlarımızın üzerine.
Ben atalarım gibi umutsuzca yalvarmayacağım. Biliyorum ki gerçekten de biz farklıyız! Özgür, hırçın, dayanıklı, güçlü, insancıl, ve yaratıcıyız. Tarihin en barışçı insanlarıyız. Bu yüzden utanmam gerekmiyor.
Evet ben bir dokunulmazım. Acılarımızın verdiği güçle; çirkinlikler, kalleşlikler ve aşağılayan bakışlar dokunamaz artık bana. Temiz yüreğimize değil aşınmış ayakkabılarımıza bakanlar incitemez artık kalbimi. Madem ki binlerce yıldır ölüm tadında yaşadık hayatı; bundan sonra hiçbir güç dokunamaz tertemiz insanlığımızla beslenmiş kutsal özgürlüğümüze. Ben bir dokunulmazım.
Olduğum şeyle gurur duyuyorum. Herkes bilsin! Ben Bir Çingeneyim
ÇİNGENELER KİMDİR?
ÇİNGENELER KİMDİR?
Çingeneler insanlık ailesinin ayrılmaz bir parçasını oluştururlar. En gerçek ve doğru manasıyla Çingeneler göçebe zanaatçı ataların çocuklarıdır. Tarihin en eski zamanlarından beri kimi insan grupları; tarım veya hayvancılıkla geçinmişlerdir. Çingenelerse çeşitli nedenlerden dolayı göçebe zanaatçılıkla yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Biz Çingenelerin ataları; sepet, elek, metal eşya, kalay vs gibi ürün ve hizmetleri meydana getirerek bunları tarım ve hayvancılıkla geçinen diğer toplumlara satmışlardır. Bizim atalarımız diğer toplumlar gibi hayvan sürülerine ve geniş topraklara sahip olmadığından göçebe zanaatçılıktan başka bir geçim imkanı bulamamışlardır. Aslında Çingenelerle Çingene olmayanları birbirinden ayıran yegane fark budur.
Sanıldığı gibi bizlerle diğer insanları birbirimizden ten rengi, ırksal özellikler ya da dil ayırmaz. Esmer Çingeneler kadar beyaz tenli ya da sarışın Çingeneler de vardır. Farklı ırklara mensup Çingene grupları da vardır. Farklı diller konuşan Çingene grupları da vardır. Ama tüm Çingenelerin ortak özelliği atalarının binlerce yıl boyunca göçebe zanaatçılıkla geçinmiş olmalarıdır. Bugün birey olarak bir Çingene hangi mesleği yapıyor olursa olsun, insanlığın ilk zamanlarında atalarının göçebe zanaatçı olması onun da Çingene toplumuna ait olduğunu gösterir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder